Sayfa Başına Dön

Yağ Dokusu

Diğer tüm omurgalılarda olduğu gibi insanlarda yağ dokusu(adipoz doku) bulunmaktadır. Yağ dokusu yağ hücrelerinin-adipositlerin sayıca daha yoğun oldukları özel bir bağ dokusudur. Yağ dokusunda adipositler yağı trigliserit şeklinde depolamaktadır ve yağ dokusu içerisinde tek başlarına, küçük veya büyük öbekler halinde bağ dokusu içinde bulunurlar. Yağ hücreleri arasında vücudun anatomik bölgelerine göre değişen kısmen sıkı kısmen gevşek bir bağ dokusu bulunmaktadır. Bu bağ dokusunu fibroblast hücreleri, fibröz bağlar, kan ve lenfatik damar ve sinirlerden oluşturmaktadır.

Embriyonal dönemde yağ dokusu çerisinde bulunan fibroblastların bulunduğunu bunların lipoblastlara ve yağ hücreleri olan adipositlere dönüştüğünü biliyoruz. Olgun ve içerisinde yağ depolamaya başlamış lipositler yuvarlak, halka şeklindedir ve içerisindeki yağ hücre çekirdeğini hücre kenarına itmiş olarak görünmektedir. Fibroblastlar preadipositlere dönüşmekte. Hatta vücutta kalori azaldığı durumlarda yağ dokusunda adipositlere tekrar fibroblastlarar dönebilmektedir.

Her adipositin çevresinde temas halinde olduğu kapiller dolaşımı sistemi bulunmaktadır. Bu kapiller adrenaline yüksek duyarlılık göstermektedir ve adrenain ile vazokonstrüksiyon-daralma olmaktadır. Bu liposakşın sırasında bölgesel anestezi için kullanılan solüsyonlarda adrenalin kullanım amacını açıklamaktadır.

Yağ dokusunda adipositler dışında kalan kısma interstitium denilmektedir. İnterstitiumun destek dokusunu fibroblastlar, makrofajlar(histiositler), nötrofiller, eosinofiller, lefositler, plasma hücreleri, mast hücreleri, monositler ve mesenşimal hücreler oluşturmaktadır. Bu hücreler arasında kollajen, elastin ve glikoproteinler yer almaktadır. Interstitiumda ayrıca damarsal yapılar, lenfatikler ve sinirlerde yer almaktadır. İnterstitium bulunan protein yapısını albümin, globülin ve fibrinojen oluşturmaktadır.

Erkeklerde yağ dokusu toplam vücut ağırlığının %15-20′sini, normal ağırlıktaki kadınlarda ise vücut ağırlığının %20-25′ini temsil eder. Yağ dokusu, bir anlamda vücuttaki organların en büyüklerinden birisidir. Bu oran yaş ilerledikçe değişir.

Yağ dokusu çizimde olduğu gibi cilt altına, iç organ çevresinde ve periton gerisinde bulunmaktadır. Vücuttaki yağ dokusunun %50′si deri altında hipodermiste(deri altı yağ dokusu olarak geçmektedir), %10-15′i karın içerisinde, %5-8′i kaslarda,%12′si böbrek çevresinde%15-20′si ise üreme organları etrafında, kemik iliğinde ve meme dokusunda yer almaktadır.

Yağ dokusu embriyonel gelişim sırasında kılcal damar duvarlarının yanında bulunan mezenşimal hücrelerden farklılaşan yağ hücreleri(lipoblastlar) tarafından yapılmaktadır. Bu süreçte oluşan genç lipoblastların bir kısmı bağ dokusunu oluşturacak fibroblastlara bir kısmıda yağ hücrelerini oluşturmak üzere farklılaşmaktadır(Vücut tarafından dolaşım ile adipoz dokuya çok miktarda lipit seferber edildiğinde, yetişkin yağ hücreleri lipoblast haline geri dönebilmektedir.). Bu evrede henüz adipositlerin içerisinde yağ birikimi görülmez. Lipoblastlar sarı-beyaz yağ dokusu (tek damlalı yağ dokusu) ve kahverengi yağ dokusu (çok damlalı yağ dokusu) olarak adlandırılan, birbirinden değişik özellikte iki farklı yağ dokusunu oluşturmak üzere farklılaşmaya başlar.

Yağ hücreleri gebelik sürecinin 30. haftasında yağ depolamaya başlar ve yağ depoları ile birlikte doğan az sayıda memeliden birisi insandır. Doğumdan sonra, genellikle küçük damarların etrafında yeni yağ hücrelerinin gelişimi sıkça görülür. Gebelik sonrası sınırlı bir süre için beslenme ve diğer etkenler yağ hücrelerinin sayıca artışına neden olabilir ancak, bu süreç sonunda hücre sayısında bir artış görülmez. Bu hücreler sadece gereğinden fazla kalorili beslenilirse hücrelerde yağ yığılımlarını artırırlar. Yağ hücrelerinin erken dönemde sayıca artması kişiyi ileride şişmalığa(hiperplastik obositeye) yatkın kılabilir.

Vücudumuzda farklı yerleşim, yapı, renk ve patolojik nitelik gösteren, üç tip yağ dokusu bulunmaktadır.

Bunların vücuta fonksyonları ve yapısal özellileri farklıdır.

Sarı – Beyaz Yağ Dokusu (hücre içerisinde tek boşluğu olan-üniloküler hücrelerden yapılı yağ dokusu)

Hücre içerisinde-sitoplazmalarının ortasında, büyük, sarı bir yağ damlası içeren hücrelerden yapılmıştır. Sarı yağ dokusunun rengi, genellikle hücrelerin yağ damlacıklarında çözünen karotenoidlerin( A vitamini ) varlığına bağlı olarak, beyazdan koyu sarıya kadar değişebilir.

Yetişkinlerde görülen yağ dokusunun hemen hemen hepsi bu türdendir. Yeni doğan bebeklerde tüm vücudunu sarı yağ dokusu sarar ve aynı kalınlıktadır. Buna “panniculus adiposis” denilmektedir. Bebek geliştikçe, bu yağ dokusu vücudun bazı bölgelerinde kaybolmaya ve diğer bölgelerinde de artmama eğilimi göstermeye başlar. İnsanda göz kapaklar, penis, skrotum ve kulak kepçesinin(kulak memesi hariç) dışında vücudun her yerinde bulunur. Yaş ve cinsiyet yağ dokusunun dağılımını ve yoğunluğunu belirleyicidir.

Bu yağ hücreleri tek başlarına iken küre şeklindedir ancak, yağ dokusu içinde sıkı sıkıya bir araya gelmiş çok yüzlü halde görülürler. Sarı yağ dokusu zengin kan yatağı ve sinirleri içeren bir bağ dokusu ile tam olmayan bölülümlere ayrılmıştır. Her yağ hücresi ağ yapmış ince lifler tarafından desteklenmiştir ve birbirlerine bağlanmıştır. Kesitlerde kan damarları her zaman belirgin olmamasına rağmen, yağ dokusu bolca damarlanmıştır.

Sarı yağ dokusu vücut için büyük bir enerji deposudur. Yağ hücreleri içerisinde yağ trigliserid formunda depolanmaktadır. Uzun süreli açlık durumunda ilk olarak deri altındaki, mezenterler- deri ve periton arkasındaki yığılımlar çözülür, eller, ayaklar ve göz çukurunun arkasındaki yumuşak koruyucu tabakalar uzun süren açlıklara dayanır. Sarı yağ dokusu neredeyse tüm yağını kaybeder ve içlerinde çok azalmış lipit damlacıkları olan çok yüzlü veya mekik şeklindeki hücrelerden ibaret hale gelir.

Sarı yağ dokusu hücreleri çok sık rastlanan selim bir tümör olan lipomları meydana getirebilir.

Kahverengi Yağ Dokusu (hücre içerisinde çok sayıda boşluğu olan- multiloküler hücrelerden yapılı yağ dokusu)

Çok sayıda kan damarları ve bol miktarda adipositler içerisinde kahverengi mitokondri içermesi nedeni ile kahverengi yağ dokusu da denir. Küçük memeli hayvanlar(fare gibi) ve yeni doğanda görümekte. Kahverengi yağ dokusu vücudun her yerinde bulunan sarı yağ dokusuna oranla daha sınırlı dağılım gösterir. İnsan embriyosunda ve yeni doğan bebeklerde birkaç yerde rastlanan bu doku doğum sonrasında bu bölgelerde kalır. İnsanlarda çoğunlukla doğum sonrasındaki ilk aylarda ısı oluşturarak yeni doğan bebeği soğuğa karşı koruduğu için önem kazanır. Yetişkin çağa doğru büyük bölümü giderek azalır. Sarı yağ dokusu hücrelerine oranla, kahverengi yağ dokusunun hücreleri çok kenarlı ve küçüktür.

yag dokusu 04Yeni doğanda kahverengi yağ dokusu toplam vücut ağırlığının % 2-5 kapsamaktadır. Son görüşlere göre doğum sonrasında kahverengi yağ dokusu gelişmemekte ve herhangi bir yağ dokusu diğerine dönüşmemektedir.

Soğuk ortamla karşı karşıya kalan bu yağ dokusuna norepinefrin sinir uyarıları ile salını verir. Bu sinirsel uyaran yağ hücresindeki hormona duyarlı lipazı harekete geçirerek trigliseritlerin yağ asitlerine ve gliserole hidrolize olmalarını sağlar. Serbest kalan yağ asitleri metabolize olurken oksijen tüketimi de artarak kahverengi yağ dokusunun sıcaklığını yükseltir böylece doku içinden geçen kan ısınmaya başlar. Isı üretimi artar çünkü, bu dokunun hücrelerindeki mitokondriyumların iç zarlarında “termojenin” adı verilen zarı geçen bir protein de bulunmaktadır. Bu protein kahverengi yağ dokusunda kanı ısıtmaktadır.

Cinsiyet hormonları ve adreno-kortikal hormonlar vücuttaki yağ dağılımını kısmen ayarlayarak erkek ve dişi vücut hatlarının oluşmasından büyük ölçüde sorumludurlar. Erkek ve kadında yağ dokusunun artışı ve dağılımı farklılık göstermektedir.

Bej yada açık renkli yağ dokusu

Vücudun ısı üretimini kontrol eden yağ dokusudur.

Vücut yağ oranın artmasına şişmanlık (obesite) denilmektedir. Vücut yağları sarı yağ dokusu hücrelerinde aşırı yağ yığılması sonucu çok büyük hale gelmelerinden kaynaklanabilir buna “hipertrofik obesite” denilmektedir. Obesite vücut yağlarının yağ hücre sayılarının çoğalması ve içlerinde birikmesinden kaynaklanabilir. Buna ise “hiperplastik obesite” denilmektedir.

İnsanın normal kilosu hücre içinde biriken yağ dokusuyla ilişkilidir. Bu miktar, yaşam şartları ve kişinin metabolizması ile belirlenir. Vücut, vital fonksiyonlarının devamlılığını sürdürebilmek için aldığı ve harcadığı enerjiyi dengede tutar.

Yağ Dokunun Önemli Görevleri

1. Yağ, yoğun besin alımı sırasında trigliserit olarak adipoistler içerisinde birikir, açlık sırasında ise adipositler içerisinden trigliserid yağ asitleri olarak dolaşıma bırakılarak enerji gereksinimini karşılar. Bu anlamada yağ dokusu vücudun en büyük enerji (trigliseritler halinde) deposudur. Vücut yağ oranı olan ortalama %15-25 kısmı açlık durumunda vücudun 40 günlük enerjisini karşılayabilir. Enerji depolayan (glikojen olarak) diğer organlar karaciğer ve kastır. Yemek yemek aralıklı bir etkinlik olduğuna göre ve glikojen sağlanması da sınırlı olacağından, yemekler arasındaki sürelerde yedekte, büyük bir kalori deposunun bulunması şarttır. Trigliseritlerin glikojenden daha düşük yoğunlukta olmaları ve daha yüksek kalori değerlerine sahip olmaları (Trigliserit için 9.3 kcal/g karbonhidratlar için 4.1 kcal/g), yağ dokusunu çok hızlı ve verimli olarak çalışan bir depo olmasını sağlar

2. Organların, vücut parçalarının birbirlerine karşı kayganlığını sağlamak

3. Vücudu ve organları mekanik dış etkilere karşı korumak.

4. Deri altı yağ dokusu tabakaları estetik olarak yüz ve vücut yüzeylerinin şekillenmesine yardım eder.

5. Ayak taban ve avuç içleri başta olmak üzere belli anatomik alanlarda yağ dokusu dış etkenlere karşı yumuşak, koruyucu tabakalar halinde yerleşmişlerdir.

6. Yağda eriyen vitaminlerin depolanması

7. Yağ zayıf bir ısı iletkeni olduğu için, vücudun ısı yalıtımına katkısı vardır.

8. Yağ dokusu diğer dokular arasındaki boşlukları doldurur ve bazı organların anatomik yerlerinde kalmalarını sağlar.

9. Yağ dokusu üzerinde norepinefrin, büyüme hormonu, glikokortikoidler, prolaktin, kortikotropin, insülin ve tiroit hormonlarının da etkin rol oynar

10. Yağ doku son yıllarda önemli bir endokrin organ olarak da kabul edilmektedir. Yağ dokusunun uzaktaki organları etkileyen, kanla taşındığı tahmin edilen çeşitli tip molekülleri salgıladığı görülmüştür. Bunlara “Apokin” denilmektedir. Bunlar vücuda hem yaralı hemde zararlı olabilirler. Örneğin leptin vücut yağ dokusunu azaltırken vücut savunma sistemini zayıflatabilmektedir.

Yakın zamanda yapılan çalışmalarda yağ dokusundan kaynaklanan adipokinlerin şişmanlığın komplikasyonları olan hiperlipidemi, diyabet, hipertansiyon, ateroskleroz ve kalp yetmezliği gibi hastalıkların patogenezinde rol oynadıkları gösterilmiştir. Ayrıca, bu maddelerin metabolik denge, immün cevap, kan dolaşımı ve steroid metabolizmasında da rol oynadığı da bilinmektedir.

Adipokinleri değişik şekillerde grublayabiliriz. Yapacağımız sınıflandırmada;

- İnsülin duyarlığıyla ilişkili adipokinler: Leptin, adiponektin
- İnsülin dirençliğiyle ilişkili adipokinler: Rezistin, tümör nekroz faktör-alfa (TNF-α), interlökin-6 (IL-6), visfatin, apelin
- Adiposit proteinleri ve lipid metabolizması: Adipsin, asilasyon stimulating protein
- Adipokinler ve homeostazis: Plazminojen aktivatör inhibitör-1 (PAI-1), adiposit renin anjiotensin sistem
- Diğer Adiposit Proteinler: Metalotionin, fasting induced adipoz faktör Altı ayrı grupta inceleyebiliriz.

Leptin

Leptin salgılanmasına vücuttaki yağ hücrelerinin büyüklüğü ve yerleşimi etki eder. Ancak vücut ağırlığının azalmasıyla birlikte kandaki seviyesi azalır. Deri altı yağ dokusunun leptin üretimi, iç organ yağ dokusuna göre daha fazladır. Kadınlarda erkeklere oranla daha yüksek oranda leptin üretimi söz konusudur. Leptin yağ dokusu hücrelerinden ritmik olarak salgılanır. Ayrıca aşırı yemek, insülin ve glukoz seviyesi ile glukokortikoidler ve proinflamatuar sitokinler leptin üretimini artırırken; açlık, soğuk, β-adrenerjik agonistler ve testosteron ise leptin üretimini azaltır. Leptin enerji dengesi, nöroendokrin işlev, hematopoez, anjiyogenez, yara iyileşmesi, immün ve inflamatuar cevap, cinsel gelişim, üreme, mide-barsak işlevlerinin düzenlenmesi, sempatik sinir sistemi faaliyeti, kemik metabolizması gibi çok sayıda önemli biyolojik işlevleri düzenler. Bahsedilen etkilerle birlikte leptinin esas fizyolojik rolü merkezi sinir sistemine ve beyine mevcut enerji depoları yönünden uyarı vermek ve gıda alımının azaltılmasını sağlamaktır. Leptin eksikliği veya duyarsızlığı iştah artışına, aşırı yeme ve kilo artışına ve sonuçta şişmanlığa yol açar.

Adiponektin

Adiponektin son yıllarda üzerinde en çok çalışılan adipositokinlerden birisidir. Enerji dengesi, glukoz ve lipid metabolizmasını düzenleyen ve insülinin etkisi ile salgılanan bir hormondur. Kanda adiponektin seviyesi; vücut kitle indeksi, plazma trigliserit seviyesi, açlık insülin konsantrasyonu, leptin seviyesi ve visseral yağ dokusu miktarı ile negatif yönde bir ilişki gösterirken, plazma HDL ve glukoz seviyesi ile pozitif yönde ilişkilidir. Adiponektin enerji dengesi ile ilgili fizyolojik işlevlerini insülin duyarlılığını artırarak kas ve karaciğer dokusu üzerinden yaptığı gösterilmiştir.

Tümör nekroz faktör-alfa (TNF-α)

İlk defa makrofajlardan salgılandığı tespit edilmiş ancak daha sonra yağ dokusundan da salındığı saptanan çok yönlü bir sitokindir. Dolaşımdaki TNF-α’nın en büyük kaynağı yağ dokusudur. TNF-α vücut ağırlığının düzenlenmesinde leptine benzer şekilde adipostat olarak rol oynar ve insülin sinyal mekanizmalarını etkileyerek çeşitli dokularda insülin direncine yol açar. Artan vücut kitle indeksi ve yağ doku miktarı ile TNF-α salınımı arasında pozitif bir ilişkinin olduğu, aksine kilo kaybı ve yağ dokunun azalması ile TNF-α üretiminin azaldığı gösterilmiştir.TNF-α, lipolizi uyararak yağ hücre sayısı ve hacmini düzenler, ayrıca adiponektin ve insülin salınımını azaltırken leptin, IL-6 ve PAI-1 üretimini arttırır.

Rezistin

Aminoasitten oluşan, sisteinden zengin bir proteindir. Rezistin, insüline karşı gösterdiği dirençten dolayı bu şekilde adlandırılmıştır. Rezistin, şişmanlık ve metabolik sendrom ile bağlantılı bir hormondur. Şişmanlıkta özellikle vücut merkezinde artan şişmanlıkta serum rezistin düzeyinde artışa yol açan en önemli unsurdur. Kadınlardaki düzeyi erkeklere göre daha yüksektir. Yapılan çalışmalarda serum rezistin düzeyleri ile leptin düzeyleri arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. TNF-α’nın ise rezistin salınımı üzerine güçlü negatif bir etkiye sahip olduğu gösterilmiştir. Rezistinin damar sertliği-aterosklerotik damar hasarına karşı koruyucu olduğu ileri sürülmektedir.